Hayatın “tatsız” yanlarını onları ürkütmeden çocuklarımıza ne kadar erken gösterebilirsek, onları o kadar güçlendirmiş oluruz.
Edebiyat, sinema, sanat-kültür etkinlikleri pek çoğumuz için kendimizi iyi hissettiren kaliteli bir “boş” zaman faaliyetidir. Hayatın karmaşası ve yoğunluğu arasında bu etkinliklere zaman ayırabilirsek, kendimizi şanslı hisseder, bir “lüks”ün keyfini sürme duygusunu yaşarız. Oysa bazılarımız bu etkinliklerde bir çeşit gıda bulurlar bünyeleri için… Boş zamanı beklemez, zihinlerini ve ruhlarını beslemek için zaman yaratırlar, düzenli olarak sanat-kültür-edebiyat ürünlerinin gıdasından faydalanmanın önemine inanırlar.
Bu yetişkinler, hayata dair yaklaşımları yukarıdaki gibi farklılıklar gösterse de, sıra çocuklarına geldiğinde, aynı noktada birleşirler. Çocuklarının sanatla, edebiyatla tanışmasını mümkün olan en erken çağda başlatmayı ve bunu, imkânlarına uygun olarak, mümkün olan en iyi ürünleri seçerek yapmayı görev bilirler. Çünkü bunun çocukların gelişimine yaptığı katkıyı içten içe bilir, buna yürekten inanırlar.
Ancak, aynı ana-babaları birleştiren bir de kaygı vardır. Neredeyse hepimizi kapsayan bu kaygı, çocuklara hitap edecek ürünleri seçerken “masumları” hayatın olumsuz yanlarından, çirkinliklerinden, kötülüklerinden uzak tutmaya çalışmaktır. Bu sadece okunacaklarla, izleneceklerle ilgili değildir. Gündelik hayatta yaşadıklarımıza ilişkin aldığımız tavırlar da çoğumuz için böyledir. Bilerek veya bilmeyerek, çocuklarını, ölümün, şiddetin, mutsuzluğun, ölümcül hastalığın, doğal felaketlerin, savaşın, açlığın, yoksulluğun, kötülüğün olmadığı bir dünyada büyütmeye çalışanlarımız az değildir.
Çocuklarımızı bir süre dünya gerçeklerinden uzak tutmanın hepten hatalı bir tutum olduğunu söylemek mümkün değil. Henüz çıplak gerçeği hazmetmeye hazır olmayan zihinlerin, travmatik deneyimlere, tüm açıklığı ile birdenbire maruz kalmamasını istemek doğal bir ana-baba tepkisi olarak görülebilir. Ama ne kadar süre için ve ne ölçüde?.. Çocuklarımız zulümle, adaletsizlikle, önyargılarla, haksızlıkla tanışmaya ne zaman başlamalılar?
Kuşkusuz bu sorunun tek bir cevabı yok. Her çocuk, her yetişme ortamı verilecek cevabı farklı kılacaktır. Bizim de burada önerebilecek bir cevabımız yok. Olsa olsa çocuğun hayata aşamalı olarak uyum sağlamasında hikâyelerin, masalların, efsanelerin, edebiyatın önemine dikkat çekebiliriz.
Masallar, hikâyeler çocuklarımızı yalnızca eğlendirmek, meşgul tutmak için değildir; ilham verdikleri duygular, sordurdukları sorular ve ilham kaynağı karakterleriyle çocuklarımızın kişiliklerinin ve değerlerinin gelişmesine, dünyanın türlü hallerini “şekere bulanmış” olarak öğrenmesine katkıda bulunurlar. Seçtiğimiz masallara, filmlere bu açıdan da bakmak bir çözüm olabilir. Hayatın “tatsız” yanlarını onları ürkütmeden çocuklarımıza ne kadar erken gösterebilirsek, onları o kadar güçlendirmiş oluruz.
Unutmayalım ki, bizim gözümüzden sakındığımız çocuklarımız, çok kısa süre içinde arkadaşları, onların aileleri, kendi büyük ailemizin fertleri, bilgisayar oyunları, YouTube filmleri, TV haberleri ve benzeri uyaranlarla yüz yüze geleceklerdir. Bu geniş etki alanı içinde, neyi ne kadar gizleyebilir, denetleyebilir, engelleyebilir, yasaklayabiliriz ki? Hem, doğru yol bu mudur?
Bırakalım onlar adil bir dünyada yaşamadığımızı, ama adaletsizlikle mücadele edilebileceğini kötü kral ile iyi çobandan öğrensinler. Hayatın zorluklarla dolu olduğunu ama akıl ve gayretle mutlu sona erişmenin her zaman mümkün olduğunu onlara peri masalları anlatsın. Gerçekten korkması gerekenle, sadece farklı olduğu için onu korkutan arasındaki ayrımı daha kolay kavrasın.
Masallar bize, şekerle kaplanmış hayat bilgisi ve insanın temel değerlerinin yapı taşlarını sunarlar.
Cengiz Turhan